top of page

İki kişinin bildiği sırdır!


Efendim, ülkemizi bir Kurtlar Vadisi deryası tuttu, çekti içine. (Bkz.Polat Alemdar) Üniversite günlerimde, perşembe akşamları, kaldığım yurdun kantini ölüm sessizliğine bürünürdü. Akşam saatlerinde içeri girdiğimde yaklaşık 20 kişinin göz kırpmadan bu diziyi seyrettiklerini görürdüm. Hatta bu durum o kadar ileri derecedeydi ki, sınav haftasında “Ya hu bugün izlemezler herhalde” dediğim o günde, izleyici kitlesi daha da genişlemişti. Hayret ediyordum bu duruma. Hepsi, sanki “Devlet Mesleki Eğitim Merkezi’nin açtığı Polat Alemdarlık kursunda” ders alıyorlardı…

Mafyaya hayranlık konusunu eleştirmek benim işim değil. Ama efendim, bu diziye çok kızdım ben. Adamlar haybeden bir slogan çıkardılar ve kalıcı oldu. Tavuk b*ku gibi çıkmadı Türkçemiz’den. İşte o slogan:

İki kişinin bildiği sır değildir!

Peki nedir sayın Polat? Şimdi çizeceğim bütün karizmanı!

İlkönce sır kelimesini açıklayalım: “Sır” arapça bir kelime olmakla beraber, “Varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey” anlamında kullanılan sözcüktür.

Şimdi size sorarım sayın okurlar, iki kişi, bir bilgiyi gizli tutamaz mı? Tutar kardeşim, tutar! On kişi de tutar, yirmi kişi de. Al sana iki kişinin bildiği sır! Bu kadar basit. Yirmibirinci yüzyılda atasözü üretecek değiliz herhalde! Ayrıca üretilemez, temelsiz olur

Bir de “sırdaş” kelimesi var mesela. “Birinin sırrını bilecek kadar ona yakın olan kimse” demektir bu. (Bkz. TDK) Sayın Polat, eğer iki kişinin bildiği sır değilse, sırdaş kelimesini ne yapalım? “Bizde fazladan kelime var” deyip, fakir bir ülkeye mi verelim? (Bkz. Bizden fakir var mı ki? ) Böyle bir kelime varsa, sır dediğin en az iki kişi arasındadır. (Bkz.Türk Dil Kurumu’ndan daha mı iyi bileceksin sayın mafya?)

Peki ya “sır saklamak” deyimini ne yapalım bre Polat?

Onu da geç, “sır vermek” deyimini ne yapalım?

“Sırrını açma dostuna, o da söyler dostuna” diye bir atasözümüz var bizim, hatırlayınız. Olay şöyle gelişti:

… Yıl 2007, Kurtlar Vadisi çekiliyor, senaristler, ortaya yeni birşeyler çıkartmak için çalışıp çabalıyordu. Bu dizinin birkaç senaristi vardı. Aralarındaki gizli rekabet iyice kızıştı. Herbiri, kendisinin daha iyi yazdığını düşünüyordu. Fakat bunu somut olarak kanıtlayamıyorlardı. Biri diğerlerinden daha kurnazdı. Ve o kendisinin bile bilmediği bir kahramandı. O akşam evine gittiğinde, ertesi güne çok farklı bir projeyle çıkmak istiyordu.

Evine girdi, bir süre istirahat etmesi gerektiğini düşündü. Sevgilisi olmadığından, kendisini çok şanssız hissediyor, paranın verdiği mutluluğa lanet ediyordu. Müzik, bana iyi gelebilir diye düşündü. Klasik müzik içeren bir CD aldı, teybin CD okuyucusuna taktı. Fakat ses gelmiyordu.

“Ne zaman şanslıydım ki…” dedi içinden. “Tek başarabildiğim saçma sapan senaryolar yazıp, yeyip, içip, yatmak!” dedi… Başka bir CD denedi, yine ses gelmedi. “Artık sinirlenmeyeceğim” diye söylendi. Anlaşılan o ki, teybin CD alıcısı bozulmuştu. İsyankar bir tavırla, radyo düğmesine dokundu. Radyoda şu şarkı çalıyordu:

– Hakkını verelim mi aşkın, namusunu kurtaralım mı, yediden yetmişe nam salıp, dillere slogan olalım mı…

Emre Altuğ’la aralarında çok samimi olmasa da bir arkadaşlık vardı.

-Güzel şarkı yapmışsın Emre! dedi, bir deli edasıyla. Şarkı diline takılmıştı. Mırıldanıp duruyordu. gözleri boşluğa dalmıştı. Şarkının “dillere slogan olalım mı” bölümünde duraksadı. Senarist beyni ona “İyi dinle” diyordu.

-Evet buldum! Yarın bambaşka bir gün olacak! Hepinizden daha üstün olduğumu kanıtlayacağım! İhtiyacım olan şey sadece bir slogan!

dedi…

Telefona sarıldı, üniversiteden en yakın arkadaşı olan Berkcan’ı aradı. Ona durumu anlatıyordu:

– Berkcan, dostum, aklıma bir fikir geldi ama senin fikrine danışmak istiyorum. Sence bir slogan işi halleder mi? En iyi ben olabilir miyim? dedi.

Berkcan soğuk bir sesle: “Bak, evet güzel bir fikir. Ama herzaman yaptığın gibi bu fikrini etrafındakilere söyleme. Ne demişler? Sırrını açma dostuna, o da söyler dostuna…” cevabını verdi. Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı. Teşekkür ederek telefonu kapadı.

Mafya ilişkilerine dayalı dizi filmde “sır” konulu bir atasözü hayli iş görürdü. Ama koskoca Polat Alemdar karakteri, dedeler gibi atasözü okuyacak değildi… Bu sorunu hemen halletmeliyim dedi ve her kahramanın yaptığı gibi eline bir kağıt, bir de kalem aldı.

Kağıda şöyle yazdı:

Sırrını açma dostuna, o da söyler dostuna.

Sır az insanda kalmalı.

İki kişi sır bilsin yeter.

. . .

İki kişinin bildiği sır değildir.

Son bulduğu slogan, kulağa hayli hoş geliyordu. Polat karakterinin ağzında çok sertleşecek bir cümle bulmuştu. Bir an aklından Emre’nin şarkısı ve arkadaşının cümle içinde kullandığı atasözü geçti… Bunların bir tesadüf olmadığına inanıyordu.

Ertesi gün işine gittiğinde, bu mükemmel sloganı yönetmene sundu. Dizi setinde bir parti havası yaşanıyordu. Kahraman senaristimiz bir anda setin gözbebeği olmuştu. Tabii diğer senaristler, ellerinde olsa onu bir kaşık suda boğabilirlerdi. Slogan senaryoya eklendi, Polat tarafından söylendi. Kısa sürede tüm ülke aynı espriyi yapar olmuştu:

İki kişinin bildiği sır değildir…

– – – – – – – – – – – – – – – – –

Şimdi sayın okurlar; Bu tarihi yanılgıyı düzeltmek isterim. Sırf maddiyat uğruna, insanımızın diline temelsiz, saçma bir slogan eklenmiştir. En üstte de açıkladığımız gibi, iki kişinin bildiği sır değildir sloganı GEÇERSİZDİR. Öyle ki, iki kişi şöyle dursun, bu sayı dünya nüfusundan bir eksik oldukça, o kadar kişinin bildiği de sır olarak kalabilir. Yeter ki son kişi bunu bilmesin. Birdaha böyle sloganlar üretilmeye! Toplum yanlış yönlendirilmeye!

İki kişinin bildiği sırdır!

Kelimeler benim!

Kısa Not: İlham konusu olan slogandan laf arasında telefonda bahsedip bu denemeyi yazmama vesile olan ve “sırdaş” örneği kendisine ait olan kankam İrem Murat’a teşekkürler…


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Henüz etiket yok.
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page